Kitapların
sararmış yapraklarının fısıltılarını duyuyorum, sarı bir ışık hâkim odaya...
Sarının sıcaklığıyla sarılı odanın ortasındaki büyük yatak... Lekeler var
üstünde... Kan? Hayır, mürekkep hokkası devrilmiş yatıyor çarşafın üstünde.
Birkaç parça kâğıt dinleniyor yerde, kilim pencerenin altına itilmiş perdesiz
camdan dolunayı izliyor, sokağın karşısındaki ağaç dallarıyla selamlıyor
kilimi. Sarı ışık ulaşamıyor ağaca, ağaç siyah hala.
Düzenli, çok
düzenli... Duygusuz bir düzen geldi beyaz ışıkla birlikte. Işığı kapatabilir misin lütfen? Beyazı sevmiyorum ben de, çok
keskin, çok iddialı... Masum? Asla,
masumiyet bu olamaz... Kaybedeli çok
oldu, nasıl emin olabilirsin ki? Bilmiyorum, sen kimsin onu bile bilmiyorum
ki. Sarı ışık demiştin nerden geliyordu
bu ışık? Duvarlardan birinde çatlaklar vardı. Her duvar çatlar günün birinde. Güvenmemeli miyim yani? Bunu sana ben söyleyemem. Kendin karar
vermelisin. Unutma... Neyi? Hey, nerdesin?
Yine
sessizlik... Bu sefer karanlık sardı odayı... Fırtına çıkmış olmalı ağaç daha
hızlı selamlıyor kilimi. Alt kattan cızırtılı bir ses yükseliyor. Her yerde
çatlak var, çatlaklardan odama doluyor notalar... 19.19... Saat bile kendini
tekrarlamakla meşgul. ‘Mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir’ demişti Milan
Kundera. Saat mutlu dijital haliyle.
Sokaktan
çocuk kahkahaları yükseliyor. Keşke susmayı bilseler... Fırtına nerde? Hiç gelmedi ki...
... Susma. Söyleyecek tek kelimem kalmadı
sanki. Neden döndün? Hiç gitmedim ki.
Mutlusun. Burada evet. Ben de mutluyum
o zaman. Biraz şarap?
Kilimin
üstüne oturuyorum. Işıklar kapalı... Ağaç el sallıyor, hafifçe kar yağıyor.
Soğuk...
Sana... Soğuk bir
rüzgâr taşıdı seni bana.
Athena
20.01.2010
No comments:
Post a Comment