Tuesday, November 1, 2011

Çatlak


Kitapların sararmış yapraklarının fısıltılarını duyuyorum, sarı bir ışık hâkim odaya... Sarının sıcaklığıyla sarılı odanın ortasındaki büyük yatak... Lekeler var üstünde... Kan? Hayır, mürekkep hokkası devrilmiş yatıyor çarşafın üstünde. Birkaç parça kâğıt dinleniyor yerde, kilim pencerenin altına itilmiş perdesiz camdan dolunayı izliyor, sokağın karşısındaki ağaç dallarıyla selamlıyor kilimi. Sarı ışık ulaşamıyor ağaca, ağaç siyah hala.

Düzenli, çok düzenli... Duygusuz bir düzen geldi beyaz ışıkla birlikte. Işığı kapatabilir misin lütfen? Beyazı sevmiyorum ben de, çok keskin, çok iddialı... Masum? Asla, masumiyet bu olamaz... Kaybedeli çok oldu, nasıl emin olabilirsin ki? Bilmiyorum, sen kimsin onu bile bilmiyorum ki. Sarı ışık demiştin nerden geliyordu bu ışık? Duvarlardan birinde çatlaklar vardı. Her duvar çatlar günün birinde. Güvenmemeli miyim yani? Bunu sana ben söyleyemem. Kendin karar vermelisin. Unutma... Neyi? Hey, nerdesin?

Yine sessizlik... Bu sefer karanlık sardı odayı... Fırtına çıkmış olmalı ağaç daha hızlı selamlıyor kilimi. Alt kattan cızırtılı bir ses yükseliyor. Her yerde çatlak var, çatlaklardan odama doluyor notalar... 19.19... Saat bile kendini tekrarlamakla meşgul. ‘Mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir’ demişti Milan Kundera. Saat mutlu dijital haliyle.

Sokaktan çocuk kahkahaları yükseliyor. Keşke susmayı bilseler... Fırtına nerde? Hiç gelmedi ki...

... Susma. Söyleyecek tek kelimem kalmadı sanki. Neden döndün? Hiç gitmedim ki. Mutlusun. Burada evet. Ben de mutluyum o zaman. Biraz şarap?

Kilimin üstüne oturuyorum. Işıklar kapalı... Ağaç el sallıyor, hafifçe kar yağıyor. Soğuk...

Sana... Soğuk bir rüzgâr taşıdı seni bana.

Athena
20.01.2010


No comments:

Post a Comment